2 Eylül 2021 Perşembe

YARIMLAR TEKER TEKER BİTİYOR, ERDİM BEN GALİBA

                          El işleriyle ilgili hobisi olan herkes, tam şu başlığı okuduğu anda ya kafasını sallamıştır ya da iç geçirmiştir emin olun. Hiç yarım işi olmayanın bile mutlaka bitmeyi bekleyen bir adet projesi vardır kenarda.  Tıpkı kitap okumak gibi, yapılabilecek o kadar çok seçenek var ki, insanın hepsinde gözü kalıyor. Aynı zamanda;  o günkü modunuza göre yapmak istediğiniz el işi cinsi de değişiklik gösteriyor, ay vallahi bak, yeminle.... 

                         Mesela nakış, aşırı sabır ve dikkat ister.  O gün sabırsız bir gününüzdeyseniz hayatta düzgün işleme yapamazsınız, ha bire sökmeniz gerekir; sayılar şaşar, iplik dolaşır, yanlış yeri işlersiniz falan. Böyle günler için düz örgü ya da basit bir tığ işi uygundur. Kendinizi çok dinamik, sabırlı ve zeki hissettiğiniz günler içinse dikişle uğraşmak ve hatta o gün kumaş biçmek için ideal zamandır. Keza dikişin hiç şakası olmaz, sabır konusunda en obur el sanatıdır kendisi çünkü. 

                         Böyle; kuşlar böcekler, kalpler kanatlar falan gibi mutluluktan tozutmuş bir gününüzdeyseniz de boya işleriyle uğraşmak güzel olur. Çünkü hem renklere hakimiyetiniz artar hem de çıkan proje bayağı bir göze hitap eder. Yalnız peçete dekupajı gibi bir işe bulaşacaksanız, etrafta sizi gerecek, taciz edecek, zırt pırt bir şeyler isteyecek büyük ya da küçük, iki ya da dört ayaklı canlıların olmamasına dikkat etmeniz gerekir. Zira o incecik kağıt parçası pıt diye paramparça olmaya, buruşup yırtılmaya pek müsait ve heveslidir, kafa dağıtayım diye yaptığınız iş bir anda sinir harbine dönüşebilir. 

                         Anlaşılacağı üzere, bendeniz cennet kuşunun da yıllar içinde başlanmış, ara ara yüzüne bakılıp ardından köşeye kaldırılmış birçok projesi bulunmaktadır. Emekli olunca bitiririm nasılsa diyerek sırasını beklemek üzere kenara kaldırılmış projeler nihayet beş yıl gecikme ile tek tek bitmeye başladı. Hatta şöyle geriye baktım ki yarım kalan proje kalmamış. Derhal bir projeye başlayıp yarıladım ve hemen bir yenisine daha başladım, bir de kenarda beni bekleyen geri dönüşüm var. Oh be, şu anda rahat ve motiveyim. 

                         Bugünlük bitenlerden ikisinin fotolarını yayınlayacağım. Goblen hala çerçevelenmedi ama olundu, hiç değilse ütülendi. Burada o çerçeve işleri falan bayağı bir sorun. Sanırım kendim yapacağım o işi de. Bakalım, kısmet. 
















27 Ağustos 2021 Cuma

ÇOK ŞÜKÜR

                       

               


 


                                Başımıza gelen tüm iyi şeyler ve yaşamadığımız tüm kötü şeyler için çok şükür, çok şükür...

                                 Babam geçirdiği ameliyattan sonra toparlandı, zor zamanlar geçirdik birlikte ama değdi. Bu yaşımda babamı daha iyi ve tam olarak tanıdım, bilmediğim yönlerini ve hatıralarını öğrendim. Bu arada nereden geldiğimizi de tam olarak öğrenmiş oldum. Meğer, Osmanlı İmparatorluğu zamanında Gürcistan’a öncü birlikler olarak gönderilen Azerbaycan Türklerindenmişiz. Gürcü olduğumuzu biliyorduk hepimiz ama aslen Azerbaycan’dan oraya yollandığımızı, Rus-Osmanlı Savaşı sonrası Türkiye ‘ye sürüldüğümüzü, yerleştiğimiz Karadeniz köylerinde ilk zamanlar ciddi ırkçılığa maruz kaldığımızı falan bilmiyorduk üç kız kardeş. 

                                  Babam iyileşme evresinde uzun uzun uyuduğu için yıllardır elimde sürünen gobleni bitirme fırsatım oldu, yaşasııınnn. Gündüzleri goblen, geceleri de bol bol okuma ile yaklaşık bir ay geçirdim babamla baş başa. 

 

                               Bu arada sevgili blog arkadaşım Müjde Dural’ın ( namı diğer Bücürük ve ben ) kitabı Begonvilli Ev’i de alıp okuma fırsatım oldu. Dizi tadında bir roman yazmış Müjde. Ellerine sağlık. 

Hepiniz sağlıklı kalın, selamlar, sevgiler ...




29 Haziran 2021 Salı

ALMANYA‘DAKİ İLGİNÇ AYRINTILARA DEVAM

                        


Evlerden başlamıştım, oradan devam edeyim. Efendim, buradaki evlerin inşaası sırasında en standart malzeme neyse onu kullanıyorlar. Öyle alengirli yer döşemesi, mutfak tezgahı, atraksiyonlu lavabo vs görmek pek olası değil. Hatta banyolarda; dolaptı, aynaydı gibi bizde standart olan şeyleri bile Nadire’n görürsünüz. Genelde lavabo altında bir ayak oluyor, ayna olarak da bizim 80’lerde falan kullandığımız ecza dolaplarından. Dayansalar falan da o dönemlerden kalma gibi. Mutfak tezgahlarında öyle çimston, granit falan hiç görmedim, genelde kendinden yapışkanlı şu kaplama malzemeleri var ya, adını bilemedim, onlarla kaplı oluyor tezgahlar. Evlerin hiçbir yerinde korniş ve benzeri olmadığı gibi, kartonpiyer de olmuyor. En ilginçti ise, müstakil ya da apartman dairesi olsun, evlerin giriş kapısı bildiğiniz normal tahta kapı, burada çelik  kapı diye bir kavram yok. Hatta müstakil evlerin giriş kapıları mutlaka pencereli oluyor. Kapılarda ekstra bir kilit veya önlem yok. Öyle basitçe anahtarla açıp giriyor ve gene sadece anahtarla kilitleyip yatıyorsunuz. Kilit de basit normal bir kilit. İlk başlarda çok tedirgin oluyordum ama artık alıştım bu duruma. 
                                 Yine bizden çok farklı olarak buradaki evlerin banyo ve tuvaletleri neredeyse her zaman dış mekana bakıyor ve mutlaka normal boyutlarda bir penceresi oluyor. Genelde de bu pencerelerin camları normal cam oluyor ve banyo veya tuvaletinizde tül perde kullanmanız gerekiyor. Bu da başlangıçta alışması bayağı zor bir durum. 
Gelelim hizmet sektörüne. Bizim gibi aceleci ve talepkar bir toplumda yetişmiş insanlar için alışması en zor konu bu bence. Burada her sektörde işler acayip yavaş ilerliyor. Örneğin bir mobilya beğendiniz, hatta daha da basite inelim; bir yatak beğendiniz, öncelikle beğendiğiniz ürünü sipariş ediyorlar, en az on beş gün o ürünün mağazaya gelmesini bekliyorsunuz. Ürün geldiğinde ise gidip almanız ve transferini kendiniz halletmeniz gerekiyor. Evet evet, burada transfer gerektiren her türlü ürünü kendiniz taşıyorsunuz. O yüzden Almanya’da genelde şahsi araçlar steyşin vagon ( station wagon) tabir edilen cinsten tercih ediliyor. Bizim için aldığımız bir eşyanın eve teslim edilmemesi o mağazadan asla alışveriş etmeyeceğimiz anlamına gelir ama burada bu tür bir hizmet almak imkansız. Araba demişken hemen ekleyelim; ÖTV cinsinden bir vergi olmadığından olsa gerek, Almanların genelde ilk güneş ışıklarıyla birlikte gün yüzüne çıkardıkları üstü açık bir arabaları mutlaka olur. Bizim için lüx görünen bu arabalar, burada  gayet makul fiyatlarla satıldığı için neredeyse her evde bir tane var. Hava açık olduğu ve ısı 20 dereceyi gördüğü anda caddelerde türlü çeşit açık araba görülür. Güneşe hasret bir millet oldukları ve de azıcık da gösterişçi oldukları için en sevdikleri sosyal aktivitelerden biri de budur. 
Evet bir sonraki yazımda bu başlığa devam ederiz. Şimdilik kalın sağlıkla. 

 




23 Haziran 2021 Çarşamba

ALMANYA’DA SİZE AAA DEDİRTECEK İLGİNÇ ŞEYLER 😁

                          Günlük yaşamımızda bize sıradan gelen pek çok ayrıntıyı Almanya’da yaşamaya başladığım zaman fark ettim. Çoğumuzun bildiği farklılıklar var iki ülke arasında. Almanya’da Pazar günleri fırınlar dahil tüm dükkanların kapalı olduğunu neredeyse herkes bilir ama banyolarda gider olmadığını çoğu kimse bilmez örneğin. Evet evet, banyo zemininde gider yok burada. Yani özetle, banyonuzun tabanını yıkamayı bırakın, şöyle şakır şakır klozetinizi yıkayıp temizleyemiyorsunuz. Silerek klozet temizlemenin zorluğunu ve de iğrençliğini anlatmak istemiyorum. Sözü gelmişken; burada klozetlerde yıkanma musluğu olmadığını gene neredeyse hepiniz bilirsiniz de, küvetlere kabin yapılmadığını çoğunuz bilmez. Almanya’da neredeyse her banyoda mutlaka bir küvet, yanında da küçücük bir duş oluyor. Her nedense illa ikisini ayırıyorlar ve duşta kabin varken, küvet kabinsiz  oluyor. Bu arada; duş bölümünde aşağı akan bir musluk bulunmuyor.  Suyu açtığınız anda direk yağmurlama çalışıyor 😬.




                            Evlerin hiçbir yerinde kartonpiyer yok. Duvarları kağıt kaplayıp üzerini boyuyorlar. Genelde de her yer beyaz boyalı oluyor. 

                             Mutfak lavaboları küçücük ve armatürleri bizim alıştığımız gibi geniş bir açıyla kıvrılmıyor. Bu durum tencere ve tepsi yıkarken çok sorun oluyor. Bizim gibi koca tencerelerde yemek yapmadıklarından olsa gerek, lavaboları kuş kadar takıyorlar. Asıl ilginç olanı ise çoğunlukla evlerin mutfakları boş bir oda şeklinde teslim ediliyor kiracıya ya da alıcıya. Yani bir evi kiralarken ya da satın alırken mutfak dolabı vs olmadan teslim alıyor insanlar. Son yıllarda içinde dolapları hatta beyaz eşyası bulunan evler yaygınlaşmış. Ancak genel olarak mutfağı boş halde teslim ediyorlar. Biz şanslıydık, kiraladığımız evin hem mutfak dolapları  hem de beyaz eşyası var. Bu arada, ocakların tamamı elektrikli. Hiç gazlı ocak görmedim, kullananı da duymadım. Çok can sıkıcı bir durum bu. Öncelikle alışana kadar bir iki kez yemeğin dibini tutturacağınız garanti. Çünkü ocağı kapattıktan sonra da, bir süre daha yemek pişmeye devam ediyor. Cihazın bir soğuma süresi var. Öte yandan tehlikeli de; tencerenin dibi tutmasın diye yan tarafa aldığınızda ocağı kapatmayı unutabiliyorsunuz. Birkaç kez başıma geldi. Sonra, bu tür ocakta dibine saran şeyleri pişirmek bir dert. Örneğin süt ve sütlü her türlü gıda pişirme sırasında hızla tencerenin dibine yapışıyor ve yanıyor. En zor pişirdiğim şey ise aşure. Dev gibi kazanın dibi  tutmasın diye gösterdiğim çaba insanüstü, o kadar diyeyim ben size. Ayrıca kızartma vs yapmak da bir eziyet, o kadar kör ki bu ocaklar, on dakikalık iş oluyor üç saat. Gazlı ocağın lezzeti de yok bunlarda. 

                             Yazı çok uzun olmasın, devamını bir kaç gün içinde yazayım. Sizin de bildiğiniz, size ilginç gelen ayrıntılar varsa yazın. Sağlıkla kalın. 

14 Haziran 2021 Pazartesi

AYAŞ YOLLARINI DEĞİL AMA CORONA’YI AŞIP DA GELDİM 😁

                    


                         Almanya’ya geldiğimizden beri bloguma verdiğim uzun aralardan birinin ardından daha yeniden merhaba dostlar 😁😂😂. Ay ne yapayım, hala daha; ‘ emanet yaşama, misafir olma ‘ hallerinden çıkamıyorum. Yerleşik hayatı ve düzeni seven bir kişilik olmama rağmen, hayatım sürekli yer ve düzen değiştirerek geçiyor, böyle olunca da zaman zaman kopmalar yaşıyorum. Bir yandan da, böyle yaşamak da hoşuma gidiyor, beni dinamik tutuyor, iki ucu reçelli değnek yani 😂. 

                          Efendim; tam bahçe işlerini, bahar temizliğini vs yoluna koymuş gibiyken  ve de sahalara dönmek üzereyken, pat diye Corona ile yüzleşiverdik ailecek 😬. Resmen üzerimizden bir tren geçti, o kadar diyeceğim ben size, uzun uzun anlatmayacağım. Nasılsa yorumlarda soran olunca yazacağım 😂. Hastalık-iyileşme sürecimiz bir aydan uzun sürdü. Ne yazık ki eşim güneşim dışında hiçbirimize test yapılmadı. Yani hastalığı resmî olarak geçirmiş değiliz😡. Antikor Testleri de kanıt olarak kabul edilmiyor burada. Yani hasta sayısını az gösterme çabası bu ülkede de var. Üstelik hastalık süresince halinizi hatırınızı soran, yol gösteren kimse de yok. Sadece günlük anket geliyor mailinize. Yani acillik olmadan tıbbi yardım ve bakım alamıyorsunuz. Allah’tan Covid  servisinde çalışan arkadaşlarımla temasa geçip son uygulamaları sorma imkanım vardı, diğer insanlar ne yapıyor hiç bilmiyorum. Burada eczaneden ilaç almak da ayrı sorun, neyse ki lazım olan ilaçlar direkt alınabilen ilaçlardı, keza ev doktorumuza da ulaşamadık. Sözün kısası; biz bu turu, göründüğü kadarıyla, sağlam bir şekilde atlattık. Tabii ki kontrol muayenesi olmak isterdik ancak burada uzman hekim muayeneleri için, en erken üç ay sonrasına randevu alabiliyoruz. 

                             İşte böyle dostlar, hepiniz sağlıkla kalın...



18 Şubat 2021 Perşembe

KENDİME DİKEMİYORSAM, KOLTUĞA KANEPEYE DİKERİM BEN DE !!!

                                Artık kıyafet dikemiyorum malum, giyecek yer olmayınca boşa  emek sarfı oluyor. Ufak tefek tamirat, günlük giysiler vs dışında makinemi açmıyorum. Heyhat, dikiş dikmeyi de özlüyorum. Geçenlerde, oğlumun odasına kilerde duran eski bir kanepeyi çıkardık. Arka minderleri kaybolmuştu, uyduruktan bir kumaşla kaplanmıştı ve kumaş da çok yıpranmıştı. Önce güzelce temizledim. Ardından elimde var olan, daha önce oğlumun odasına perde olarak diktiğim kumaşla güzel bir kılıf diktim. Yine daha önceden evde olan minderlerden de yastık diktim. Böylece sıfır maliyetle güzel ve kullanışlı bir kanepesi oldu oğlumun. Temizliği de çok kolay çünkü herbir parça çıkıp yıkanabiliyor. Sizin evlerinizde de vardır kenara köşeye atılmış eşyalar, haydi siz de bir el atın, çok iyi geliyor. 

                               Sağlıklı kalın. 












18 Ocak 2021 Pazartesi

DİLLER VE KELİMELER MİMİ

          Sade  ve Derin çocuğumun haber verdiği bu mimi Berra isimli blogger arkadaşımız hazırlamış. Çok eğlenceli ve ilginç bir mim olmuş. Ellerine sağlık. 

1. En çok öğrenmek istediğim dil:

Eh, tabii ki bu aralar Almanca. Kaç senedir oradasın , öğrenemedim mi, diyenler olacaktır. O iş öyle olmuyor ne yazık ki. Bu dört yıl içinde topu topu bir yıl kursa gidebilme şansım oldu. Onu da başarıyla tamamladım ancak ileri seviye için kurs bulamadığımdan, ilerleyemedim. Ardından pandemi başladı, kurslar hayal oldu, en kötüsü de insanlarla kontağımız kesildi. Dil konuşarak öğreniliyor. Her türlü yazışmamı yapacak düzeyde Almancam var şu anda. Ancak konuşmada ve anlamada hala %50-70 civarındayım. 

2. Hangi yabancı dili biliyorum:

İngilizceyi akıcı olarak konuşabilir, yazabilir ve anlayabilirim. Azerbaycan Türkçesini anlayabilir ve okuyabilirim, biraz konuşabilirim. Almanca konuşabilir, yazabilir ve okuyabilirim ancak yukarıda yazdığım gibi akıcı değilim henüz. 

3. Türkçede en sevdiğim kelime:

Söyleyebileceğim tek bir kelime yok, genel olarak tüm dili melodik ve tatlı buluyorum.

4. Herhangi bir yabancı dilde en sevdiğim kelime:

İngilizce refrigerator ( refricireytea) kelimesi ilk öğrendiğimden beri bana çok hoş gelir. Almanca; gerne ( yazıldığı gibi okunuyor) memnuniyetle demek ve söylenişi de, anlamı da çok hoş. Gene Almanca Heimweg ( haymveeyh ya da haymveg) sıla  hasreti demek, daha söylerken hasreti çağrıştırıyor, çok tatlı bir kelime. Azerbaycan Türkçesinde pomidor, domates demek ve söylenmesi çok şirin. Aslında Azerbaycan Türkçesi bütün olarak çok şirin geliyor bana. 

5. Kulağa hoş geldiğini düşündüğüm diller:

Kuzey Avrupa'da konuşulan tüm diller çok melodik geliyor bana. Ayrıca İngiliz İngilizcesini ve İskoçların aksanını çok hoş buluyorum.

6. Keşke bu kelime ya da eş anlamlısı bizde de olsaydı dediğim bir kelime:

Türkçe çok zengin bir dil. Aynı zamanda da cümle yapısı olarak çok özgür bir dil. Birçok dilde hata olabilecek kelime dizilimlerindeki oynamalar bizde ancak zengin bir anlatım olarak adlandırılabilir. Üzerinde oynamaya da uygun bir dil ayrıca. Tamamen aynı kelimeleri kullanarak, bambaşka anlamlar içeren cümleler yazabiliriz. Örneğin;

Ben dün size geldim.

Size ben dün geldim. ( Başka gün değil, dün geldim.) Dün geldim size ben.

Dün size ben geldim. (Gelen başkası değildi, bendim.) Size dün ben geldim.

Bu cümle üzerinde daha da oynayabilirim. Gördüğünüz gibi; kelimelerin yerlerini değiştirip, istersem aynı anlama gelen, istersem de farklı anlama gelen bir sürü cümleyi sadece dört kelime ile yazabiliyorum. Bu şekilde bir özgürlük ve anlam zenginliği çok az dilde vardır. Bazen bir kitapta okuduğum bir cümleyi İngilizce ya da Almanca olarak nasıl ifade edebilirim diye düşünüyorum, vardığım sonuç çok tatsız ve tek düze geliyor bana, kesinlikle o ifadeyi yakalamak söz konusu olmuyor. Kitap okurken çok güzel yazıldığını, çok anlamlı olduğunu, çok felsefik olduğunu vs düşündüğünüz bir cümleyi bildiğiniz farklı bir dile çevirmeyi deneyin, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Bu sebeplerden dolayı, keşke bizde de olsaydı dediğim bir kelime olmadığı gibi, tam olarak hissiyatımı anlatabilmek bakımından, keşke onlarda da bu şekilde anlatılabilseydi dediğim çok şey var.

7. Türkçenin en sevdiğim yanı:

Yukarıda da bahsettiğim gibi çok özgür bir dil olması. Öte yandan, matematik olarak formüle edilebilen kesinlikte kuralları olan bir dil, bu da Türkçenin gelecekte bozulmadan kalacak nadir dillerden olmasını sağlıyor. Bu konuda sayısız makaleye ulaşabilirsiniz. Bir tanesi burada. Rahmetli Prof.Dr. Oktay Sinanoğlu Türkçe konusunda çok fazla çalışma yapmış bir bilim adamımızdı. Bakın neler anlatıyor;






                   Şimdiye kadar okullarımızda bize dikte edilen, inandırılan, aklımıza sokulan pek çok safsataya rağmen, gerçekte inanılmaz zengin ve güzel bir dilimiz var. Türkçe, dünyanın en zor öğrenilen dilleri arasında gösterilmesine rağmen, matematiksel yapısı nedeniyle, öğrenicilere formüle edilmiş halde sunulabilen bir dil. Oysa ki, pek çok yabancı dili öğrenmek için ezber yapmak zorunda kalıyoruz. İşte Türkçe bu avantajı nedeniyle de, yabancı bir dil öğrenmek isteyenlerin ilgisini çekiyor.
                   Çeşitli kaynaklara göre değişmekle birlikte, tüm dünyada yaklaşık 220 000 000 kişi Türkçe konuşuyor. Bunların içinde tüm Türk dilleri sayılmış tabii. 

8. Latin alfabesi dışında sevdiğim alfabeler:

Aslında her bir alfabe kendi içinde çok güzel ve zarif. Tabii Uzak Doğu'da kullanılan dillerin alfabeleri bana da çok gizemli ve hoş görünüyor. Bunlar içinde beni en çok şaşkınlığa uğratanı ise Tayland alfabesi. Bir insanın onu yazıp okuyabilmesi mucize gibi görünüyor bana. Bu arada, alfabenin doğuya doğru gidildikçe farklı şekillerde yazılması size de ilginç geliyor mu? Belki bu konuda da bir yazı fırtınası yapmalıyız.







10 Ocak 2021 Pazar

SİMİİİTÇİİİİYEEEAAAHHHHH

                                    Eğer yurt dışında yaşayan biriyseniz ve eğer eliniz az çok hamur tutuyorsa, özlediğiniz tatları kendiniz yapmayı öğreniyorsunuz. Evet, burada her şeyi bulabilirsiniz, yani neredeyse her şeyi diyeyim. Ancak, inanın bana, hiçbirinin tadı alıştığınız gibi değil. 

                                    Simit çok severim ben. Türk olup da sevmeyen var mıdır, bilmem. Yalnız bendeki simit aşkı öyle böyle değil, her öğün, her gün yesem bıkmam. Hal böyle olunca, deneye deneye, en beğendiğim tarifi buldum ve canım her istediğinde simit yapabiliyorum artık. Ha, Türkiye'dekinin aynısı oluyor mu diye soracak olursanız; görüntü ve çıtırlık aynı evet, yalnız susam ve pekmez nedeniyle tadı biraz farklı oluyor ama özlemimi gideriyor. Burada simitlik susam bulmak imkansıza yakın, normal susam alıp kavuruyorum ama gerçeği gibi lezzetli olmuyor. Buna da şükür. Öte yandan, simitlik un bulmak da ayrı sorun. Simitlik unun protein oranının en az 12 olması gerekiyor. Unların protein oranlarıyla ilgili şurada geniş bilgi vermiştim. Neyse, istediğim unu bulamadım ama elimdekiyle de sonuç kötü olmadı. 

                                   Daha önceden yapmadığım ya da yapılışı hakkında bilgi sahibi olmadığım  yiyecekleri, ben de herkes gibi internetten izleyerek öğreniyorum. İzlerken de, anlatan kişinin o konuda meslek erbabı olmasına dikkat ediyorum. Fırıncılık ürünlerinde ilk baş vurduğum adres; Sanal Fırın YouTube kanalı. Bu kanalın sahibi, işinin ehli, genç bir ustamız. Hem çok güzel anlatıyor, hem de sonuçlar hep çok lezzetli oluyor. Hele bir Şambalı tarifi var ki, damaklara şenlik. Tarifleri aynen anlattığı gibi yaparsanız, sonuç mükemmel oluyor. İşte, beğendiğim simit tarifim de bu ustamıza ait. Ben tekrar anlatmayacağım, videodan izlersiniz. Sadece yaparken çektiğim fotoları koyacağım ki, anlattığı şeyleri simit ustası olmayan birinin de yapabildiğini görün.




                        Usta burada şeker yakarak sos hazırlıyor ama isteyen pekmezle de hazırlayabilir. Kendisi de söylüyor zaten. Çok sorulduğu için simit fırınlarının kullandığı şeker yanığını anlatmış. Bunlar da benim simit yaparken çektiğim aşamalar;






















                             Fotoğrafta tam görüntüleyemedim, simitler nar gibi kızardılar. Bu tarifle farklı unlardan defalarca simit yaptım ancak bu seferkiler efsane oldu. Avrupa'da, özellikle Almanya'da yaşayıp da, bu simitlerden yapmak isteyen dostlar varsa; kullandığım un, Penny'de satılan un. Daha önce, pek çok farklı marketten aldığım değişik markalarda unları denedim, içlerinde en başarılı sonuca bu unla ulaştım. Öte yandan, mutlaka yaş maya kullanın çünkü kuru mayayla bu kadar iyi bir sonuç alınmıyor, onu da deneyerek öğrendim. 
                             Efendim, afiyetle ve sağlıkla kalın.






6 Ocak 2021 Çarşamba

KARLAR DÜŞER BEN GÜLERİM

                                Yıllar sonra nihayet karlı bir kış geçiriyoruz dostlar. Buraya taşınırken en çok da, karlı geçecek kışlar hayaliyle coşmuştum. Çocukluğum Ankara ve Bitlis’te geçtiği için, kış demek kar demek benim için. Hem de öyle böyle değil, en az dört beş ayı karlı geçen bir kış demek. Ankara’da burnumuzda sümüğümüz donardı, Bitlis’te boyumuzca kar tünellerinin arasından okula giderdik. Hatta Bitlis’teki kara bot falan dayanmazdı, kara lastik giyerdik. Ardından yaşadığım Bursa ve İstanbul’da ise bazı yıllar kara doyduk, bazı yıllar yağmur bile görmedik. Buradan hareketle, kara ve kışa hasret bendeniz, büyük bir coşkuyla geldim buraya. Heyhat son dört yıldır, sadece Şubat Ayı’nda bir ya da iki gün kar gördüm. O da, sabah yağdı, akşama hiçbir şey kalmadı. Ancak ne hikmetse, bu sene daha Aralık ortasında kar görmeye başladık. En güzeli de, yılbaşında kar yağmasıydı. Yetmedi, yağmaya devem ediyor kerata. Öyle bir metre falan kar yok tabii ama sağda solda, ağaç dallarında, çatılarda incecik de olsa, o beyaz örtüyü görmek çok güzel. 

                                İstanbul’da kar yağdığında çocuklarla birlikte mahallemizi gezer, uygun yerlere kuru kedi ve köpek maması, evde yapılmış yal bırakırdık. Belediye temizlik görevlilerine de rica ederdik, mamaları süpürüp atmasınlar diye. Hoş, karsız günlerde de besleme yapardım ben ama o belirli noktalarda olurdu. Kar yağınca daha sık ve daha yakın mesafelere mama bırakmak gerekiyor. Çünkü soğukta aç kalırlarsa donma tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor can dostlar. Burada sokak hayvanı yok, dolayısıyla besleme yapmıyoruz. Ancak sizler etrafınızdaki canlar için bir kap mama ve su bırakabilirsiniz. İlla kuru mama olmasına da gerek yok. Biraz ekmek, biraz süt, biraz da sıvı yağ karışımıyla yüksek enerjili ve de doyurucu bir yal hazırlayabilirsiniz. Sıvı yağ hem enerji verir, hem de yalın donmasını önler. Ayrıca yağdan gelecek enerji sayesinde üşümezler ve dolayısıyla donma tehlikesi en aza iner. 

                               Sizlere de bol karlı ama dondurmayan bir kış diliyorum, sokaktaki sessiz çocuklarımızı, can dostlarımızı da unutmayın diyorum. Ve, buyurun karlı manzaralara;