24 Eylül 2020 Perşembe

KAHROL CORONA AL SANA BOMBA

                        




                               Rahmetli Zeki Müren Usta’nın askerdeyken talimlerde böyle söylediği anlatılıp gülünürdü ben çocukken; “ Kahrol düşman, al sana bomba!!” . Bunu ustaya atfetmek ve gülmek ne kadar abes ise, pandemiyi yok saymak, bana bir şey olmaz vs demek de o kadar abes. Yazılıp çizilen, anlatılan, paylaşılan tüm komplo teorilerini doğru kabul etsek bile, bu hastalık gerçek. Genel olarak bir virüs olduğu düşünülen ancak virüslere benzemeyen bazı özellikleri de olan bir mikroorganizma ile savaş halindeyiz. Henüz tam olarak tedavisi standart değil, koruyucu bir önlemimiz de yok. Standart tedaviyi şu şekilde açıklayabilirim; bir hastalık için belirlenmiş tedavi şekli. Örneğin, bakteriyel bir enfeksiyonda antibiyotik kullanmak standart bir tedavidir. İşte Corona için belirlenmiş böyle bir tedavi yok, pek çok ilaç deneniyor, kimi iş görüyor, kimi görmüyor; kimi bazı vakalarda işe yarıyor, bazısında yaramıyor. Bu gibi durumlarda yapılabilecek en iyi şey, kişilerin bağışıklık sistemlerini güçlendirmeye çalışmalarıdır. Siz kaleyi içten sağlamlaştırırsanız, askerlerinizi iyi donanımlı hale getirirseniz, düşman kaleden içeri girdiğinde savaşı siz kazanırsınız. 

                             Öncelikle düşmanı içeriye almamaya çalışacağız. Bunun için maske şart ancak virüsün geçemediği tür maskeleri uzun süre takmak çok kolay değil. Maske çeşitlerine hiç girmeyeceğim çünkü gerçek koruyucu maskelerin günlük yaşamda kullanımları pratik değil. Bizler taktığımız maskelerle enfeksiyonun yayılmasını önlüyoruz sadece. Ancak bu çok önemli bir görev. Enfeksiyon ne kadar az kişiye bulaşırsa o kadar çabuk terk eder dünyamızı. Zira virüsün üreyip çoğalabilmesi için yeni konaklara ihtiyacı var. Bir konağa yerleşip onu hastalandırdığında virüsün de ömrü tamamlanıyor. Bu arada “ Konak “ virüsün hasta ettiği canlıyı kastettiğimiz bir terim. E peki, maske işe yaramıyorsa ne yapacağız? İşte sosyal mesafe, sosyal mesafe diye konuştukları şey bu. Virüsün size ulaşabilmesi için gereken mesafe. Konuyu bir açıklayalım. Şimdiye kadar yapılan çalışmalar COVİD-19 virüsünün “ damlacık enfeksiyonu “ yoluyla yayıldığını gösteriyor. Başka bir takım teoriler de söz konusu ama yazıp da suyu iyice bulandırmayacağım. Şu anki en geçerli teori damlacık enfeksiyonu teorisi. Nedir  bu teori; hasta olan bir konak öksürdüğünde, hapşırdığında, virüsler  dışarıya atılan sıvıların içinde havada asılı kalırlar. Havada asılı kalan bu damlacıklar içerisinde yeteri miktarda virüs varsa ya da yeterli miktarda damlacık ağız veya burun yoluyla alınırsa yeni konak hasta olur. İşte buna damlacık yoluyla bulaşma denir. Hasta kişiler öksürdüklerinde ya da hapşırdıklarında, yaklaşık 1,5-2 metre mesafeye bu damlacıkları fırlatırlar. Bir başka kişi bu mesafe içinde kalır ve havadaki asılı damlacıkları solur ya da ağız yoluyla alırsa enfekte olma ihtimali ortaya çıkar. İşte bu yüzden sosyal mesafeyi korumak bu kadar önemli, hatta belki de bu pandemiyi durdurmanın tek yolu. 

                               Şimdi, maskemiz taktık, sosyal mesafeyi de koruduk iş bitti mi diye sorabilirsiniz. Teoride çalışır görünen bu mekanizma, pratikte işe yaramayabilir. Özellikle yaşlılar ve kronik hastalığı olan kişilerde fazladan riskler söz konusu. Basitçe, bağışıklık sistemleri görevini yeterince yapamıyor diyebilirim. Her iki grup da yüksek risk altında, bu yüzden onlardan mümkün olduğunca uzak duralım. Yeni çalışmalar bebekler, çocuklar ve gençlerde de geçirilen COVİD-19 enfeksiyonu sonrası bir takım kalp ve akciğer hastalıklarının görüldüğüne dair veriler içeriyor. Yani henüz bilmediğimiz çok şey var o yüzden korunmaya ciddi önem vermeliyiz. Bu demek değil ki, korkudan ödümüz patlasın, eve kapanalım, yaşamı duraklatalım vs. Yapılacak tek şey uyarılara uymak. Sadece maske takarak ve sosyal mesafeye uyarak hasta olma riskimizi minimuma indirebiliriz. Bu arada diğer pek çok riskli hastalıktan da korunmuş oluruz. Zira en az Corona virüsler kadar ölümcül olabilen bakteri ve virüslerle sürekli beraberiz. Bu kadar düşmanın içinde nasıl hayatta kalıyoruz dersiniz? Bağışıklık sistemimiz tüm bu düşmanlarla savaşmak üzere tasarlanmış, sürekli kendini yenileyen ve yeni yapılar geliştiren bir yazılım gibi çalışıyor. Bu sayede insanlık yüzyıllardır varlığını sürdürüyor. O zaman bu sisteme iyi bakmamız ve onu desteklememiz lazım.

                             Bağışıklık sistemini sağlam tutmanın yolu doğru beslenme, doğru uyuma ve egzersizden geçiyor. Doğru beslenme konusu derya deniz bir konu. Her kafadan ayrı ses çıkıyor. Benim kendi hastalarıma ve çevreme açıklama şeklim ise çok basit. Atanız dedeniz nasıl besleniyorduysa öyle beslenin. Özetle; fazla şekerden, paketlenmiş uzun raf ömrüne sahip gıdalardan, aromalandırılmış gıdalardan uzak durun. Günlük iki litre civarında sıvı tüketmeye çalışın, hepsi su olmak zorunda değil. Bol protein tüketin çünkü bağışıklık sisteminizdeki askerlerin proteine ihtiyacı var. Yumurta en ucuz ve kaliteli protein kaynağıdır. Kolesterolü yükselttiği efsanesi çoktan çökertilmiştir. Ayrıca kuru bakliyatlar da iyi birer protein kaynağıdır, eğer fıstık alerjiniz yoksa fıstık ezmesi hem şeker ihtiyacınızı giderir hem de yüksek oranda protein içerir. Bu noktada kuru yemişlerin de bağışıklık sistemimize ciddi katkısı olduğunu hatırlatayım. Özellikle kavrulmamış ve tuzlanmamış tüketmeye çalışın ama her türlüsü iş görür. Günlük küçük bir kase kuru yemişle ciddi vitamin ve mineral takviyesi yapmış olursunuz. Vitamin mineral deyince de konuyu sebze ve meyvelere getireceğim. Bol miktarda salata ve zeytinyağlı sebze tüketmeye çalışın. Aynı şekilde bağışıklık sistemimiz için gerekli desteği yeşil ve kırmızı yapraklılar sağlayacaktır. Sözün özü; klasik Türk Mutfağı ile beslenin, sadece şeker alımını azaltın. Çünkü şeker tüketimi vücudunuzu yorgun düşürecektir.

                             Gelelim doğru uyumaya. Günlük uyku ihtiyacınızı mutlaka gece uykusu ile alın. Ben gece uyumam ama gündüz yeteri kadar uyuyorum derseniz kendinizi kandırmış olursunuz. Çünkü vücudunuz ne zaman gündüz, ne zaman gece olduğunu anlayacak şekilde programlanmıştır. Gündüz başka mekanizmalar çalışır, gece ise başka. Siz vücudunuzu gece uyku moduna almazsanız bazı hormonlar salgılanamaz mesela ve bu hormonlar vücudun savunma sisteminde etkin rol oynarlar. Ne süreyle uyuyacağınız konusunda yazılıp çizilen rakamlar olmasına rağmen, bence ihtiyacınız olan süreyi en iyi siz bilirsiniz. Benim fikrimce en geç 23:00-24:00 gibi yatmalı ve en az dört saat uymalısınız. Tabii yirmi yaş altı gençlerde bu rakamlar 22:00-23:00 ve altı saat gibi olmalı.

                              Egzersiz konusuna gelirsek, sanırım en sevimsiz konu da bu. Toplum olarak sevmiyoruz egzersiz yapmayı. Oysaki sürekli göçen, at üstünde yaşayan bir milletin torunlarıyız. Sanırım şehirleşmeye geçiş bozdu genlerimizi. Ancak egzersiz vücudun devamlılığı ve sağlığı için ön şartlardan biri. Uzun ve sağlıklı yaşayan insanları zaman zaman haberlerde görürsünüz ve konu başlığı hep aynıdır: ' bu yaşında hala tarla kazıyor, kendi işini kendi görüyor ' vs. Buradaki temel nokta o insanların bedenlerini çalıştırmaya devam etmeleridir. Bu sayede vücut toksinleri depolamak yerine dışarı atar. Toksin denilen şeyler vücudun çalışması sırasında açığa çıkan zararlı maddelerdir. tıpkı ateş yandığında çıkan duman gibi, buğdayı öğüttüğümüzde çıkan kepek gibi. Bunların vücutta birikmesi vücudu zayıf düşürür, bir çok mekanizmayı bozar. Sonuçta hastalıklar ortaya çıkar. Peki nasıl egzersiz yapacağız? En basitinden günlük yarım saat yürüyüş yapabilirsiniz. On bin adım atmam lazım diye kendinizi kasmayın çünkü öyle bir rakam yok, on bin adım işi bir şehir efsanesidir. Bu konuda yapılmış anlamlı bir tıbbi çalışma yoktur. Genel geçer kural; günlük yarım saat vücudu hareketlendirmek yani kan dolaşımını hareketlendirmektir. İster onar dakikadan üç kez, ister bir seferde yarım saat olarak çalışın, fark etmez. Merdiven inip çıkın, salonda ileri geri yürüyün ya da dans edin, hareket etmeniz yeterli. Saatlerce ütü yapmak, bulaşık yıkamak vb şeyler egzersiz yerine geçmez çünkü aynı pozisyonda uzun süre durmak da hareketsizlik sayılır. Valla kızmayın ama gerçek bu. Biliyorum hepimiz bu işleri saatlerce ve sürekli yapıyoruz, biliyorum bu haksızlık ama durum bu.

                               Son olarak dışarıdan alabileceğimiz takviyelere de değineceğim. Okuduğum kaynaklarda günlük bir tatlı kaşığı arı poleni öneriliyor. Günlük ya da haftalık D vitamini alabilirsiniz. Her ne kadar bilimsel çalışmalarda anlamlı olarak gösterilememiş olsa da, günlük 2 grama kadar C vitamini alımı da tavsiyeler arasında. Benim kişisel görüşüm, hasta hissettiğinizde günlük 500 mg-2 g C vitamini almanız yönünde. Diğer zamanlarda sebze ve meyvelerle aldığınız oran yeterli. Eğer sebze meyve yemekte zorlanıyorsanız günlük vitamin - mineral takviyeleri alabilirsiniz.

                             Sözün özü; maske takın, sosyal mesafeyi koruyun, düzgün beslenin, düzgün uyuyun, egzersiz yapın ve hayatınıza devam edin. Korkmaya, moral bozmaya, üzülmeye gerek yok. İnsanlık çok daha kötü şeyler yaşadı, bizim yaşadığımız en zoru değil. Hepiniz sağlıkla kalın, güvende kalın, mutlu olun...

28 yorum:

deeptone dedi ki...

son yazımdasın şeker :)

kadriye dedi ki...

Yorumunu görünce eski bir dostumu görmğş gibi sevindim Sevda. Son - yıldır kimse eskisi gibi blog yazmıyor, okumuyor da. Korona olayını ne güzel özetlemişsin ayrıca, yazıyı çok beğendim. Benim düşüncelerimde aynı, doğru yoldaymışım demek ki. Daha sık yazman ve yorumlaşmak dileğiyle diyeyim. Seni gördüğüme sevindim.

Camgüzeli dedi ki...

Merhabaa
Bir küçük canlı tüm rutinlerimizi alt üst etti.Aslında ne kadar zayıf olduğumuzu gösterdi.Umarım tez zamanda biter bu kabus :)

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

😘😘😘

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

Çok sağol Kadriye, ben de çok özlemişim. Bloglara yorum bırakamıyordum bir ara, nasıl yaptımsa düzelttim, yayın yapmaya da başlayınca her şey eski düzenine oturdu. İnstagram denilen canavar öldürdü blogları sanırım. Ama biz devam edeceğiz 😘

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

Hoş geldiniz öncelikle. Elbette bitecek bu pandemi de. Yapılacak şey sabırlı ve tedbirli olmak 😍

Mert dedi ki...

Daha geçen gün blog'um 11. yaşını bitirip 12'ye girdi, ara vermeden yazan blog'ları görmek pek hoş oluyor :)

bücürükveben dedi ki...

Sağol Sevdacığım bu bilgiler için. Yumurtayı ben de seviyorum zaten başka protein kaynağım yok, bir de sarımsak diye duymuştum ne dereceye kadar doğru bilemiyorum, artık cacık olur, sarımsaklı yoğurtlu kızartma olur, makarna olur...yapmaya çalışıyorum. Sağlıcakla kal:)

Yurdagül Çelik dedi ki...

Ben aylardır evden çıkmıyorum,dün Uçakla Hatay'a geldim ve inanamadım.Ben üst üste üç maskeyle ve abartılı koruma tedbirleriyle uğraşırken meğer herkes dışardaymış.Her yer doluydu,şok oldum :(

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

Tebrik ederim Mertciğim. Nice yıllara inşallah 🧿🧿❤️ Birazdan bloguna da geleceğim

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

İyi hatırlattın Müjdem. Tabii ki soğan ve sarımsak baş tacımız. Kesinlikle bol bol tüketilmeli. Hatta evin içinde kesilmiş kuru soğan bulundurmak viral enfeksiyonların yayılımını durdurur. Hazır maske de takıyoruz, koku derdimiz de yok 😁😘

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

Ah Yurdagül, zaten bir türlü durdurulamamasının nedeni bu ya. Konak teması kesilmediği için kökü kurumuyor bu meretin 😔

bigudili anne blogger dedi ki...

2020 gerçekten de pandemi, doğal afet, savaş, ekonomik kriz gibi birçok bakımdan çok zor bir yıl oldu. Artik bitmesini diliyorum...

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

Hoş geldiniz, sefalar getirdiniz. Her yeni yıl gelişinde bir sürü iyi dileklerimiz oluyor ama her nedense, gelen yıllar yeni yeni felaketler getiriyor. Umarım bu salgın en son noktadır ve artık her yeni yıl bize güzellikler getirir, sağlıkla kalın inşallah 😍

deeptone dedi ki...

maske mesafe yürüyüş arı poleni peki hodjaam :)

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

Otur, 100 aldın çocuuum. ❤️😘

Beyda'nın Kitaplığı dedi ki...

Merhaba;
Bloğunuza mail abonelik butonu eklerseniz daha rahat takip edebiliriz:) Blog dünyasına hoşgeldiniz:)

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

Merhaba, eklemeye çalışayım o zaman. Çok teşekkür ederim ilginize, 2014 yılından beri yazıyorum ben aslında ama siz denk gelmemişsiniz demek. Çoğu zaman birbirimizden haberimiz olmuyor zaten. E, hoşbulduk diyelim yine de 😍

Handan dedi ki...

Uçuşlar da durunca Can her akşam bir duble içip alkolle içini temizliyor :D Bak bunu söylemeyi unutmuşsun :D:D

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

Haklısın, unutmuşum bunu da. Şaka bir yana, gerçekten de günde bir iki yudum yüksek alkol oranına sahip bir içecek boğaza yerleşen virüsleri öldürür. Likör iyi bir seçenek olur. Bu ciddi bir bilgidir 🤗😘

bücürükveben dedi ki...

Sahi Zeki Müren'le ilgili bu sözü hiç duymamıştım çok komikmiş gerçekten de:)))))artık unutmam:))

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

😂😂👍🏻

ÖRGÜÇANTAM-Hatice yazıcı dedi ki...

Canımm ben uzun zaman oldu bloga yazmayalı ,bir aya yakın olmuş uğramışsın dün gece gördüm. Daha çok instağramdan arkadaşlarımı takip ediyorum. BADEM le ilgili sözlerin için teşekkürler. artık güzel anılarıyla hatırlıyoruz bedenen yok ama her gün dilimizde beyaz oğluşum. Emir büyük yerden olunca bize kabullenmek kalıyor.
Bloga yazmayalı yayınlar açmayı çok özlesem de maalesef yayınlarım otamatikmen farklı hırsız bloglara düşüyor. ben de çektim kendimi :)) seni çok seviyorum kuzumm uğramaya çalışırım arada.

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

Ah ablacığım, ben de seni çok seviyorum. Badem’i düşününce benim bile içim yanıyor, seni düşünemiyorum. Ama haklısın, elimizden gelen bir şey yok. Çok mutlu yaşadığını bilmek tek teselli. Bu blog hırsızlığına karşı tedbir alıp bizi sensiz bırakma ablam. Çook öpüyorum 😍

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

Aynı yorum iki kez yayınlandı da ablacığım, onu sildim😘😘

Merih'in Atmosferinde dedi ki...

Bu bomba açıklamaları okumayanların,uygulamayanların,sürekli mızmızlanıp hayıflananların vay haline.
Canım emeğine sağlık çok değerli bilgiler edindim ,,,
Çok teşekkür ederim.
sağlıkla kal.
öptüm.

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

Sağol pamuğum, sağlıkla kal inşallah 😘🧿