3 Şubat 2016 Çarşamba

ANILAAARR-DEVAM

                   Hayatımız,nihayet daha insani şartlara kavuşmuştu.O zamanlar doktorların önceliği vardı,bu sayede telefonumuz da bağlanmıştı.Gerçi sık sık arıza yapıyor,hat kopuyor,günlerce telefonsuz kalıyorduk ama hiç yoktan iyiydi.Annemle konuşabiliyorduk ara sıra,kadıncağızın içi biraz olsun rahatlamıştı artık.Bu arada ben ,acile iyice ısınmış,tecrübeli doktorlar sınıfına geçmiştim.Epi topu üç ay falan olmuştu ama üç yıl gibi geliyordu bana.O sıralar yeni bir kura falan mı olmuştu tam hatırlamıyorum, bir kaç tane çömez doktorumuz da gelmişti.Artık ikili nöbetlere başlamıştık,her gece bir tecrübeli bir acemi doktor nöbet tutuyordu.Evet,ben de tecrübeli doktor olarak acemilerle nöbet tutuyordum.Oysaki aramızda mesleki açıdan bir kaç ay vardı,yaşlarımız ise aynıydı.Nöbet boyunca asıl yük tecrübeli doktorun sırtında oluyor,diğer doktor bir nevi öğrenci gibi takılıyordu.Sayımız eşit olmadığından ,arada bir gerçekten tecrübeli bir arkadaşla nöbet tutuyordum,işte o zaman nöbetim çok kolay geçiyordu.
                   Acili anlatırken hemşirelerimizi de anlatmasam olmaz.Acil polikliniğinin çalışma şartları ağır olduğu için kimse burada çalışmak istemezdi.Acile gelen bir şekilde işini yaptırıp kaçardı.Bu durumda da hemşire bulmak zor olurdu.Başhekimlik de işin çözümünü yeni mezun gelen tüm hemşire tayinlerini acile vermekte bulmuştu.Bu durumun adını da eğitim koymuşlardı.Yani yeni mezun hemşirenin pratik uygulama eğitimini acil servisten daha iyi verecek bir bölüm yoktur diye kestirip atmışlardı.Düşünün şimdi,doktor yeni mezun,hemşire yeni mezun...Tamam hepimiz teorik ve pratik eğitimlerimizden tam not alarak mezun oluyoruz ,aksi zaten mümkün değil.En azından o zamanlar mümkün değildi.Amma velakin,gerçek hayat asla eğitim gibi olmuyor ki!Bir kere tüm sorumluluk sırtınızdayken karar vermek ve uygulamak çok stresli bir iştir ve stres hataya yol açar.Bu durum;bir şeyi çok iyi yapmaya çalıştığınızda, istediğiniz gibi olmaz ya hani,işte ona benzer.Sonra hiçbir hastalık kitaplardakine benzemez,her hasta farklı bulgularla gelir size.Acil servis çabukluk ve pratiklik isteyen bir bölümdür,zaman kısıtlıdır,hastayı saniyeler içinde kaybedebilir ya da hayata döndürebilirsiniz.Bu durumda hızlı düşünmeli,hızlı uygulamalısınız.Yani teşhisi çabucak koymalı,tedaviyi hızlıca planlamalısınız ve hemşireniz de hızlıca uygulayabilmeli.Doktor ya da hemşireden biri yavaşsa bu hastanın hayatına malolabilir.Örneğin hemşireniz bir türlü serumu takamazsa siz de can kurtarıcı ilacı damardan yollayamazsınız.Ya da siz hastaya takılacak seruma karar veremezseniz,hemşireniz ne kadar becerikli ve hızlı olursa olsun ,doğru ilacı vermekte geç kalınacağı için hastayı kaybedersiniz.İşte bizim acilde her iki taraf da tecrübesiz olunca,hata yapmayalım,hasta kaybetmeyelim telaşıyla iki kat yoruluyorduk.Ama boğulmamak için hızla yüzmeyi öğreniyordu herkes.Yapamayanlar ya acilden kaçıyorlardı ya da biz o çalışanın acile uygun olmadığı konusunda başhekimliğe baskı yapıyorduk.Anlayacağınız,o zamanlar acil servis çalışanı olmak oldukça havalı bir şeydi.Hastalar bize çok güvenirlerdi,gündüz uzmana muayene olup,gece reçetelerini kontrol ettirmeye gelenler bile vardı.Gündüzden ,o geceki nöbetçilerin adı panoya yazılırdı,doktoruna göre nöbetin hasta sayısını aşağı yukarı tahmin ederdik.gerçek acil hastalar dışında bir de poliklinik yapardık anlayacağınız.
                       Dedim ya,uygun olmayan personeli acilde istemezdik diye,bir aralık, şizofren olduğunu duyduğumuz bir doktor arkadaşı acile tayin ettiler.Zavallı meslektaşımın değil doktorluk yapması,sokakta gezmesi bile doğru değilken,ısrarla nöbete yazmamız istendi.Ne dediysek dinlemediler,çalıştığı hiçbir yerde istenmediği için çareyi acile postalamakta bulmuşlar.Malulen emekli olabilmesi için doldurması gereken hizmet yılını tamamlatmaya çalışıyorlarmış.Kaldı mı başımız belada?!!!Mecburen nöbetler yazıldı,herkes sırayla birer nöbet tutacak doktor arkadaşla,sonrasında başa dönülecek.İşin kötüsü ,acemi arkadaşlara bu doktor arkadaşla nöbet yazmamaya karar verdiğimiz için ,biz tecrübelilere bir kaç nöbet denk gelecek.Başladık nöbetlere,herkes ayrı bir hikayeyle nöbetini atlatıyordu ama bu iş nereye varırdı bilmiyorduk.Benim nöbetim geldi çattı,hemşiremi ve pansumancımı tembihledim,yanlış giden bir şeyler fark ederseniz bana haber verin diye.Daha önce bahsetmiştim,nöbetlerimizi dörder saatlik dilimlere ayırıp,bir dahiliye bir cerrahi dilim tutardık.O geceki nöbette tüm cerrahi dilimleri ben aldım çünkü her türlü travmaya cerrahi bölüm bakardı,dahili bölüm de genelde eften püften ağrılara falan bakardı.İki bölümün odaları da bir koridorun iki yanındaydı.Hemşiremi doktor arkadaşın yanında bırakıp cerrahi bölümde çalışmaya başladım ama içim içimi yiyordu,ikide birde karşı odaya geçip,ilaç alırmış gibi yapıp doktoru kontrol ediyordum.Gecenin ortalarına doğru artık iyice pilim bitmeye başlamıştı,tam trafik kazalı bir hastayı muayene ederken,karşı odadan bir çığlık koptu;'doktor hanııımm,yetişiiinnn,hasta gidiyooorrr',trafik kazasının çekilecek filmini pansumancıma bağıraraktan karşı odaya koştum,muayene masasında kolları yana sarkmış,yüzü morarmış,gözleri geriye kaymış bir hasta yatıyordu,yanında da ayakta dikilmiş şaşkın şaşkın hastaya bakan doktor arkadaş....Doktor arkadaşı hızla yana itip hastayı muayene etmeye başladım,bir yandan da ne olduğunu soruyordum,meğer hafif mide bulantısı karın ağrısı var diye getirdikleri 50-60 yaşındaki teyzem,muayene masasına yatırırlarken morarmış.Kadıncağız kalp krizi geçirmiş yolda gelirken,acile aldıklarında da arrest (kalp ve solunum durması ) olmuş,bizim doktor da çocuk gibi seyrediyormuş hastayı,ağladı ağlayacak....Ben zaten,mide bulantısı,karın ağrısı lafını duyduğumda ,kadıncağızın göğsüne yumruğumu yapıştırmıştım bile.İkinci yumrukta kalp atımları geri dönmüştü,hızla serumunu takıp gerekli ilaçlarını yapmış ve hastayı gözlem odasına almıştık.Bizim zavallı şizofren doktor da o sırada ayak altında dolanıp,saçma sapan konuşmaya başlamış,iyice ayak bağı olmuştu.O andan itibaren,hasta arkadaşımın ,acile baş vuracak herhangi bir şahısa müdahale etmesine izin vermem olası değildi.Ancak bu durumu kendisine anlatabilmem de mümkün değildi.Ben de hastane polisine ,sabaha kadar doktor beyi oyalamasını rica ettim.Sağolsun aldı götürdü kendi odasına,doktor beye de ,' siz çok yoruldunuz,biraz dinlenin ' dedim.O gece sağ salim nöbetimizi tamamladık.Ertesi gün ,bu doktor arkadaşın kesinlikle nöbet tutamayacağını,ona nöbet yazmaya devam ederlerse kendisiyle kesinlikle nöbet tutmayacağımı,gerekirse tek doktor olarak nöbet tutmaya razı olduğumu acil sorumlumuza ilettim.Ne yazık ki bazı doktor arkadaşlarımız,hiç yoktan iyidir,nöbet sayımız azalıyor,o da tutsun nöbet dedikleri için şizofren arkadaşa nöbet yazılmaya devam edildi ama benim yanıma yazılmadı bir daha.Ben hala arkadaşın nöbetten çıkarılması için baskı yapıyordum.Bir iki gün sonra iş zıvanadan çıktı.Hasta doktorumuz nöbet sırasında hezeyan (olayan şeyleri gerçek gibi görme ) geçirmiş ve diğer nöbetçi doktor arkadaşı ,' sen beni öldürmek istiyorsun ' diyerek,eline geçirdiği kocaman bir bıçakla kovalamaya başlamış.Acil hasta kaynarken,hastane bahçesinde bir ölüm kalım kovalamacası yaşanmış.Hastane polisi,personel,hasta yakınları zor zapt etmişler şizofren doktor arkadaşı.Nöbetçi olan diğer doktor arkadaş perişan olmuş,hastalar isyan etmiş,ortalık karışmış anlayacağınız.Biz mesaiye gittiğimizde öğrendik bunları.Bir musibet bin nasihatten iyidir hesabı,hemen o gece hastaneye yatırmışlar şizofren doktor arkadaşı.Daha sonraları,o doktor beyin,kimseye  zarar veremeyeceği masa başı bir görev yaparak malulen emekli olduğuna dair bir şeyler duymuştuk.
                          Acil servislerin hasta akışı ilginçtir.Sürekli farklı hastalar görürsünüz,bunların yanında bir de gedikliler vardır.Bu hastaların kronik hastalıkları vardır ve ara ara acilde müdahale edilecek duruma düşerler.Şeker hastaları,astım hastaları,tansiyon hastaları gibi.Bu hastalar bir süre sonra ailenizden biri gibi,misafiriniz gibi olurlar.Böyle hastalara müdahale etmek hem çok kolaydır,hem de çok zordur.Kolaydır çünkü,bir kez hastayı çözdünüz mü,her seferinde aynı yollarla iyileştirip evine yollarsınız,mutlu sona ulaşmak kolaydır.Zordur, çünkü bazen siz ne yaparsanız yapın hikaye kötü sonla biter ve bizler en az yakınları kadar acı çekeriz.İşte Düzce'de de vardı böyle hastalarımız.En aklımda kalanı da Mercan dedeydi.Bildiğiniz müzisyen Mercan Dede değil,vatandaş Mercan dede.Adı Mercan'dı, dede derdik çünkü ak sakallı tonton bir yaşlımızdı.Yaşını tam olarak akrabaları da bilmezdi,sanırım seksenlerindeydi.Ölmüşse Allah rahmet eylesin.Kalp yetmezliği ve kronik bronşit hastasıydı.Beş on günde bir acillik olurdu,sabaha kadar tedavi ederdik,sabah yürüyerek evine giderdi.Acile gelmesinin üzerinden biraz fazla zaman geçtiğinde telaşlanırdık,öldü mü kaldı mı ,niye gelmedi diye meraklanırdık.Acile her getirilişinde,bu sefer son galiba diye korkardık ama o ne kadar kötü durumda gelirse gelsin,sabaha sağ çıkar ve yürüyerek evine dönmeyi başarırdı.Mercan dedenin bu yaşam azmi beni bir yandan umuda boğardı bir yandan da hayatın adaletsizliğine isyan ederdim.Bazı nöbetlerimde Mercan dede neredeyse can çekişirken gelip,bir iki saate düzelirken,yan odada iki aylık bebeğin ishalden ölmesi ve hiçbir şey yapamamam beni kahrederdi.Ya da cerrahi odasında kalp masajı yaptığım,az önce,' beni kurtar doktor abla ' ,diye yalvaran genç ellerimin arasından kayıp giderken,neden neden diye sormaktan beynim patlardı.Biz hekimler aslında sadece birer aracıyız,kimin yaşayacağı veya öleceği asla bize bağlı değil.O kişinin ömrü varsa biz aracı kılınıyoruz ve hayata döndürüyoruz.Ömrünü tamamlamış hastaya yapabileceğimiz hiçbir şey yok gerçekte.Bazen tek bir yumrukla hastayı hayata döndürebilirken,bazen göğsünü yarıp kalbine direkt masaj yapsak da işe yaramıyor.....
                         Bu günlük de bu kadar,kalın sağlıcakla.

           
 Bu fotoğraf hastasını kaybetmiş bir doktorun acısını yansıtıyor...

28 yorum:

nurtenbegendi.blogspot.com dedi ki...

Bir acil anısı da benden gelsin. Bizde de eczacı sayısı hep az olduğundan icap nöbeti tutardık. Ayda 10 gün. İcabımın diğer ortakları karı-koca olunca Allah rahmet eylesin, Mustafa Abi hem eşinin hem kendisinin icabına gelirdi: 20 gün. Neyse, eski SSK hastanesi şartları, acil servis 2. katta, en yakın ve tek asansör hastanenin öteki ucunda, yaralısı, hastası merdivenle ecile çıkarılırdı. Ben eczanede işimi bitirip eksik gedik var mı diye acile girdiğim sırada bir kalabalık, bir curcuna. Meğer sık sık da ilaç almaya gelen efendiden bir bey vardı, gözümüzün aşina olduğu, nakliye aracıyla evinin önünde kendi çocuğuna çarpmış. Bizim acilin müdahale yatağı duvar dibindeydi, tam köşede, çömez bir doktor bir hemşire, bir personel sınırlı mekanda çocuğun başına toplanmışlar bir şeyler yapıyorlar, çocuk gitti gidiyor. O sırada uzmanlar da çoğu birer tane olduklarından icap tutarlardı, acil doktorları pratisyenlerdi. Uzman doktorlar icaba çağrılmış ama daha gelememişler. Çocuğun babası çırpınır. Ben adamı sakinleştirmeye çalışıyorum. O sırada hemşire ablamız nasıl bir güçle o müdahale yatağını duvar dibinden kendine doğru çekti bilemiyorum, eteklerini yukarıya sıyırıp yatağın üstünden karşı tarafa uçtuğunu gördüm. Hani bir zamanlar hemşireler sadece etek giyebilirlerdi ya, bir de kafalarına hemşire tacı gibi bir şey takarlardı, o zamanlar işte. Neyse o çocuk bir süre daha hastanede yatıp kurtulmuş. Her şey çok ilkeldi o zamanlar. Dört dörtlük imkanlarla çalışmak daha konforlu, hastalar da en iyisini hak ediyor, çalışan da. Ama tam da dediğin gibi, nefesi bir tane daha artırmak kimsenin elinde değil. Bunu anlayamaktan yoksun, sadece nüfus cüzdanı bulunduğu için insan sayılabilecek yaratıklar da, 80 yaşında bir kanser hastası olan dedesinin ölümünü gencecik cerraha bağlayıp gözünü kırpmadan canına kastedebiliyor. Oysa sadece acil servislerde ve 112 araçlarında neler yaşandığını görseler belki kadere inanacaklardır.

bücürükveben dedi ki...

Sevda'cığım bu yaşadıklarından her hafta doktor dizisi olur. Ya aklım durdu şizofren doktor! Elde bıçak diğer doktorları kovalıyor! Kalp krizi geçiren hastaya hiçbir şey yapamıyor! Sen olmasaydın ya? Nasıl bir ülkede yaşıyoruz korktum ben, bu arada bir doktorun şizofren olması aklımın ucundan geçmezdi halbuki gayet de mümkün düşününce korkuyor insan:( neyse ki, senin sayende atlatmışsınız. Mercan Dede'nin hali de ilginçmiş...ama iki aylık bebek ishalden ölmesinde anne, babayı önce sorumlu tuttum ben ne dersin bilemiyorum?....kimbilir nasıl bakamadı? Nasıl ihmal etti ki o hale geldi...?
Kalemine sağlık...:)

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

Müjdeciğim ,ishal yüzünden ölüm ihmal söz konusu olmasa da olabiliyor nadiren.Ama bu vakada biraz ihmal vardı hatırladığım kadarıyla.

Mevlude Turk Topal dedi ki...

Sabah sabah aglattin beni be Sevda. Sanki birebir yasiyorum seninle, yazdiklarini okurken. Fotografi gorur gormez anladim daha yaziyi okumadan:(

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

ya işte son yıllarda sağlıkçılara yönelik karalama kampanyaları ayyuka çıktığı için,insanlar bizi kurtarıcı değil can alıcı olarak görüyorlar.Milletin ayağını basmayacağı yerlerde ne hizmetler verdiğimizi göstermez medya.anlatacağım işte aklıma geldikçe,bizim taraftan durum nasılmış görülsün biraz...

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

çook ağladım ben böyle bacım gizli köşelerde....

Bi Poşet Kitap dedi ki...

Çok zor ya ne denebilir ki.. Hiç doktor olmak istemedim zaten :D ama bazı doktorlar da insanı gıcık ediyor cidden ablacım yalan yanlış tedavi yüzünden insanları anasından babasından yavrusundan ediyorlar. Keşke hep böyle birini yaşatmak için elinden geleni yapan doktorlarla dolu olsa ülkemiz :)

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

Kuzucuğum,yazımın sonunda da dediğim gibi ömrü biten insana bizim yapabileceğimiz bir şey yok.Ben acil doktoruyken defalerca şahit olduktan sonra şuna kanaat getirmiştim,bir insanın yaşayacağı varsa becerikli doktora denk geliyordu,eğer o gün ölecekse de beceriksiz doktora denk geliyordu.Biz doktorlar sadece ölüme ya da yaşama aracı olabiliyoruz.Yaşatmak ya da yaşatamamak bizim elimizde değil.Hani yanlış tedavi diyırsun ya,doktor orada vesile oluyor,kader önceden belirlenmiş zaten :((

Bi Poşet Kitap dedi ki...

Ama kader de öyle olacağı Allah tarafından bilindiği için kader olmaz mı? Bilmiyorum ya bu meseleler karışık :/

oytunla hayat dedi ki...

Durdum, durdum ama o fotoğrafı görünce dayanamadım :(((
Ahhh be doktorcum...
Ege Üniversitesi tıpta okuyan arkadaşlarım vardı... Evimde hemen hastahanenin karşısında... Sınavlarımın olmadığı zamanlarda onlarında acil nöbeti arsa arada ziyaret ederdim... Bişeyler götürürdüm... Yemek yemeye bile fırsatları olmadığını bilirdim çünkü çoğu zaman... Bir keresinde allahım kavga kıyamet gidiyor acil... Korktum inan... Meğer bir trafik kazası olmuş, çocuğu acile getirmişler.... Hepsi alkollü... doktorlar hasta yakınlarıyla uğraşmaktan çocuğa bakamıyorlardı... Feciydi ortalık...
Ve çocuk sanırım bacağını kaybetmişti.... Öyle hatırlıyorum...
Zor iş sizin yaptığınız... Çok zor...

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

Tam da bu noktadayız işte,ben ne yaparsam yapayım,o insanın kaderi yazılmış zaten,ben cüzi irademle kaderi değiştiremem ki!!Yani aslında doktor hatası diye bir şey yok,o ölüme vesile olan doktor var.Allah verir ve Allah alır,kulların bu ölümlerde suçu yoktur,bikerek ve isteyerek cana kıymalar dışında.Bir doktor veya sağlık çalışanı bilerek veya isteyerek cana kast ettiyse ancak o ölümden sorumlu tutulmalıdır.Buna şöyle bir örnek verebilirim,penisiline allerjisi olduğu bilinen bir hastaya bilinçli bir şekilde bu ilacı veren sağlık çalışanı suçludur.Ancak penisiline allerjisi olduğu bilinmeyen,testte allerjisi çıkmayan kişiye bu ilaç uygulanırda kişi ölürse,işte bu kaderdir,adı doktor hatası olur ama doktorun hatası yoktur o ölüme vesike olmuştur.Yaa kuzucuk,iyikeşince Allah'tan,ölünce doktordan diyen bu milletin % 99' u kadere iman eden Müslümanlar'dır ne yazık ki.Ölüme olan isyanlarını Allah'a yöneltemedikleei için de doktora yöneltirler,düşünmezler ki,kader önceden yazılmıştır ve ben kadere inanmazsam kafir olurum.Çook ama çok incedir inanç çizgisi,öyle görsel ibadetleri yerine getirmekle iyi inanan olmak en kolayı,üniforma giyip ile gitmek gibi.Oysaki kalbii iman,kalbii teslimiyet,kalbii ibadet çook zordur.Peygamberimiz (SAV ) demiş ki,'bana efendim demeyiniz,kainatın efendisi bir tanedir,bana efendim diyerek şirk koşmayınız,günahınıza beni de ortak etmeyiniz ' , bir bak etrafına peygamberi anarken efendimiz demeyen ,yazmayan var mı??Yaratan tanrıya değil ,kendi yarattıkları tanrıya iman etmeye o kadar dalmış ki insanlar,kutsal kitapta yazan her türlü günah,yasak ve pislikler günlük hayatın parçası olmuş.%99 'u Müslüman olan bir ülkede bir kadına tecavüz edilmiyor olması gerekir,cinayet hiç görülmemelidir,hırsız diye bir insan türü bilinmemelidir,hayvanlar eziyet görmüyor olmalıdır,doktorlar ya da sağlık çalışanları el üstünde tutuluyor olmalıdır.İnsan için çalışanlar kutsaldır dinimizde,o yğzden sağlıkçıya kadın ya da erkek haram kılınmamıştır.Ya kuzucuk,bu meseleler çook karışık,işte sen ileride adalet için savaşırken bu yazdıklarım aklına gelecek,ablam çok haklıymış diyeceksin.Çünkü adaletin dibine kadar yaşanması gereken bu Müslüman ülkede adalet te çok karışık :( ;))

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

Bir keresinde araba çarpmış bir yavrucak gerirdiler,biz kurtarmaya çalışıyoruz,birazdan anası babası düştü acile,ortalığı yıkıyorlar.Babası bağırıp çağırıyor;' bu çocuk ölürse hepinizi yakarıımm ' ,ulan sanki ben çarptım arabayla çocuğa,sanki caddeye ben saldım orada oynasın diye.Ben sizin mahvettiğiniz çocuğu yaşatmaya çalışıyorum ulaannn....Ne yazık ki sağlık çalışanlarının kaderidir bu,ölümün Allah'tan geldiğine iman etmiş olan bu halk,ölüm başkarına gelince inandıkları dine karşı gelip ölümün doktordan geldiğine inanırlar ve onlar da doktoru öldürürler.Off söyleyeceğim çok şey var da söylemiyorum....

Yelek dedi ki...

Offf yaa valla elleri öpülecek insanlarsınız. Bu ne stres arkadaş. Aileden, memleketinden uzaksın, geñçsin, hayata yeni başlamışsın, işe gidiyorsun hastalar yetmiyor birde şizofren doktor, Allah Allah şaştım da kaldım. İçim şişti yemin ediyorum.

Ayselce örgüler dedi ki...

Off sevdam off her meslek zordur fakat ,insan yaşamını kaliteli yapmaya çalışmak sürdürebilmesini sağlamak kadar yorucu bir meslek yok kanısına vardım.Kimbilir daha nelerle karşılaştın ....inş. espirili yaşanmışlıkların daha çoktur diye umuyorum.

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

valla dışı seni içi beni diyorlar ya atomum,tastamam öyle işte

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

güzel anılarım da çok narinim,şimdi acil yıllarındayım ya burada güzel anı pek olmuyor :))Bayağı bir zaman sonra ana sağlığa geçtiğimde daha güzel anılarım da olacak :)

deeptone dedi ki...

hah haaaaa bu anekdotu cem yılmaza vermeli film yapsın yaaa ha haaa :)

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

hihihihi,aslında çalışırken hep derdim,Cem bey gelip bir hafta takılsa benim poliklinikte,ömürlük hikaye biriktirir diye...

sevdicann dedi ki...

Ben senin yazıları göremiyorum okuma listemde. Bir bakayım ne zamandır yazmıyor dedim ki. Yazıyormuşsun. Merak ettim ben de çok şükür iyisin. Anılar köşesi iyi bence. Senin doktorluk anıların dikkat çekici:)

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

Sagol komşum iyiyim,yazmaya devam :))

Nuray dedi ki...

Efsane doktorum anladığım kadarıyla sen ilk gününde bile tecrübeli doktor sınıfına girmişsin,o rahat eden acemi doktor olamamışsın.zaten ilk nöbetinde o sınavı başarıyla verdin....Bazı insanlar da becerikli birini bulunca ,bütün işleri yıkarlar ona,o nasıl olsa yapar diye...Sen emeğini esirgemezsin böyle mutlu olursun,bazıları da ne kadar kaytarsa o kadar mutlu olur..Sen iyi bir meslek erbabısın bundan daha güzel bir şey yok...Çocuklar küçükken çok gittik acile,aklım çıkardı oralardan,düşünmesi bile kötü geliyor....Ama sizler orda ne mücadeleler veriyorsunuz...

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

Çok teşekkür ederim Nurtenim ,acil ayrı bir dünya ,çok sakın olunması gereken bir yer,hem hastalar hem de çalışanlar sakın olmalı...

EQ dedi ki...

Yine ne ilginc, ne etkileyici hikayeler be doktorcum... Senin kitap en az 300 sayfalik ve 6 cilt falan olacaga benziyor. Yaz yaz bitmez bu anilar degil mi... Sen anlattikca benim 26 senedir (3 senesi okul/stajdi) su hastanede yasadiklarim, gördüklerim, duyduklarim aklima geliyor...
Off off, o fotograf yürek burkuyor...

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

aynen,o fotoğraf hayatı özetliyor işte....

Kalem Kuklası dedi ki...

Gerçekten bir canın ellerinden kayıp gitmesi ne kadar acı tasavvur edemiyorum. Yürek burkuluyor. Aynen öyle Sevda abla vakit geldi mi kimse mani olamıyor bazen.

Şizofren Doktor olayı da çok enteresanmış yani çok şaşırdım. Nasıl hastaya müdahale etmesi bekleniyor anlamlandıramadım. Adam çok zekadan dolayı mı şizofren oldu acaba. Koskoca doktor olmuş ilginç. en mantıklısıymış masa başı işe verilmesi. Yoksa işler daha tehlikeli bir hal alabilirdi ki sonunda da yapmış yapacağını :)

Çok güzel anlatıyorsun böyle ya Sevda Abla. Bu arada çok güzel benim ablam. Nazar değmesin, maşallah diyeyim :)

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

zaten şizofrenler aşırı zekadan kafayı çizerler.Zekilerin hastalığıdır.Güzel bakan gözler güzel görüyor kuklamu..

ÖRGÜÇANTAM-Hatice yazıcı dedi ki...

Rabbim hepinizin yardımcısı olsun,Ben hep Yaradanın kendisinden sonra yeniden hayatı verme gücünü siz beyaz meleklere ve annelere verdiğini düşünüyorum.Son imza ona aittir o kesin vardır bir bildiği:)
Fotoğraf tek başına sıra ciltlerle anlatılabilecek kadar derin ve büyük bir hüzün:(
Şizofren Dr. dan çok her ne şartla olursa olsun onu acilde görevlendirene taktım ben de millete ve size ne kastı vardı anlamadım kendi yanına oturtsaymış.
sevgiler.

Dikiş Sevda’ sı dedi ki...

bir hastam demişti,siz Allah'la peygamber arasında bir yerde duruyorsunuz diye...Doktorsan ve acilde ya da yataklı klinikte çalışıyorsan o kadar çok ölüm görüyorsun ki,hayata ve olaylara bakışın ve tepkin değişiyor.Ah Hatice hanımcığım,tekrar dünyaya gelsem gene doktor olurum ama çok çok ağır bir yük.Sağlık bakanlığının işleyiş kafasına ise hiç girmeyelim bence,anlatacaklarımın bir kısmı hayal ürünü gibi gelebilir size :))