25 Nisan 2015 Cumartesi

AYAKKABI NASIL AVLANIR ??


                                Ayakkabı yayınımdan sonra aldığım yorumlar üzerine ,yorumlardan faydalanamayanlar olmuşsa diye bu yazıyı hazırladım.Öncelikle belirteyim ki,ayakkabı yayını,'bakııınn,bende neleeerr vaaarr ' amacıyla hazırlanmış bir yayın değildir.Bakın bende bunlar var,şu yolları denerseniz sizde de olur amacını gütmekte olan bir yayındır.Her kadında az ya da çok ayakkabı tutkusu vardır.O zaman neden her kadının istediği kadar ayakkabısı olmasın ki!!!Çok ayakkabı demek çok para demek değildir..Bir konuyu daha aydınlatalım,ben 46 yaşındayım,yani bu kadar ayakkabı bir nevi de yılların birikimi yani.Birgünde bu kadar ayakkabı sahibi olmadım ben de :)).Gelelim ip uçlarına.                                                                                                                                       Şimdi ben beğendiğim ayakkabının yakınlarında çakal gibi pusuya yatarım,zayıf anını beklerim,istediğim fiyata inince kapar kaçarım.Yok o fiyata inmezse ondan vazgeçer başkasının yanında nöbete geçerim.Yani birilerinin bir ayakkabı aldığı fiyata ben üç dört tane alırım.Yani bu yüzden sayı bu kadar fazla.Asla hakettiğinden çok para vermem.Tüm ayakkabılarımı ya indirimden ya da internetten alırım.Daha önce de yazdım,Trendyol,Markafoni,Morhipo yıllardır ayakkabı aldığım siteler.Kapalı ayakkabıları bir numara büyük,açık ayakkabıları tam ayak numarama göre alırım.Ayakkabının açıklama bölümünü mutlaka okurum,ayakkabının malzemesi tanıtım fotolarında hep deri diye yazar oysa ki açıklama bölümünde gerçek deri mi,suni deri mi belirtilir.Eskiden sadece deri ayakkabı takıntım varken,son yıllarda yalnızca bir ya da iki kez giyeceksem,yani yıpranma payı az olacaksa,suni deri de alıyorum.Oldukça mantıklı bir yöntem çünkü sürekli giymeyeceğiniz bir ayakkabıya çok para harcamanıza gerek yok.Kaldı ki bu saydığım yöntemlerle ayakkabıya sadece değeri kadar ödüyorsunuz zaten.Başlangıçta sadece bildiğiniz markaları tercih ederseniz,hayal kırıklığı yaşama ihtimalinizi en aza indirgemiş olursunuz.Zamanla doğru ayakkabı seçme becerisi kendiliğinden oluşuyor zaten.Ayy,tamam,yeter bu kadar açıklama,hadi alın cicilerinizi.....     











21 Nisan 2015 Salı

NİRVANAYA ÇEYREK KALA


                       Kişisel hırslarımdan arınalı çok zaman geçti....Hatta,belki de hiç kişisel hırsım olmadı benim.En lerle pek ilgilenmem.En iyisi,en güzeli,en pahalısı gibi kavramları anlamam,yanıma yöreme yaklaştırmam.Tek bir en im vardır benim,yaptığım iş neyse onda en olabilmek.Çocuklarımı da böyle yetiştirmeye çalışıyorum,bir tek yaptığınız işte en olun diye.Bunu da övünebilmek için değil daha faydalı olabilmek için istiyorum.Ne demiş şair; dünyayı güzellik kurtaracak,kişisel hırslarımızı bir yana bıraktıkça da bir insanı sevmeyi,her insanı sevmeyi öğreneceğiz ve başlayacak her şey.....
                       Ben yaptığım işlerde takdir peşinde koşan biri değilim.Anlayan zaten takdir edecektir,bana söylemesine gerek yok.Anlamayana ise saz çalsam faydasız.Ben işimi yapar geçerim,geriye bakmam,fayda gören olursa çok mutlu olur beslenirim.Yok,kimse o işimden bir şey alamazsa,başka bir şey yapar onu sunarım.Deniz yıldızı misali,tek bir kişi faydalansa kardır bana.Belki anlattıklarım masal gibi geliyordur,sallıyorum hissi de uyandırıyor olabilir ama her bir kelimesi doğrudur.Ben huzuru bu yolla buldum.En leri hayatımdan çıkardığım andan itibaren ruhum yıkandı,paklandı,insanlara anlayış göstermeyi hatta anlamayı öğrendim.Bu sayede üzülme katsayım çok çok düştü.Güçlü bir insan oldum.Bu işler olduğunda daha onlu yaşlarımın da başlarındaydım ha.Ama canım annemin bana kazandırdığı bir alışkanlığım vardı,kitap okumak.Okudukça öğrendim,bilgilendim,ufkum açıldı.Ne yazık ki kitaba ayıracak çok paramız yoktu,o nedenle konu komşuda ne varsa okudum,zaman zaman boyumu haddimi aşan kitaplar da okudum o yaşım için.Belki de bu yüzden çok erken yaşta olgunlaştım,hedeflerimi çok erken yaşta belirledim.Böyle olunca da zaman zaman tuhaf kız oldum .Sonrasında Allah bana hekimlik mesleğini armağan etti ki,bu meslek sayesinde tam anlamıyla nirvana durumuna yaklaşmış oldum.Hergün,her saat hatta her dakika ellerimin arasına doğan ya da ellerimin arasından kayıp giden hayatlar bana çok şey öğretti.En lerin anlamsızlığına defalarca ve defalarca şahit oldum.
                        Bu hayatı yaşamamızın bir anlamı olmalı değil mi?Giderken hiçbir şey götüremediğimize göre,demek ki buradayken yapmamız gerekenler var.Yapacaklarımızın ise en lerle ilgisi yok.Tüm inanç sistemlerinde ,hatta inanç sistemini geçtim,felsefik ve sosyolojik iyi insan tanımında,canlılara faydalı olmak ön şart olarak belirlenmiş.Tek bir canlıya faydanız olursa işte yanınızda götüreceğiniz tek şey odur.Bu yüzdendir ki yaptıklarımla övünemem,övgü bekleyemem,yaptığımı birileri faydalansın diye yaparım.
                        Yazımın başlığındaki nirvanayı bilenler bilir,bilmeyenler de olabilir,bilmeyenler için yazayım ,işte dünyevi tüm arzulardan sıyrılmak demektir özetle.Tam nirvanaya erebilmek çok zordur,Budist rahiplerin erdiği varsayılır,o yüzden nirvanaya çeyrek kaldı derim ,ben ve benim gibi olanlara.Hatta anlatırken de,nirvanaya çeyrekliklerden,diye söz ederim.Hah,işte size de en kısa zamanda nirvanaya çeyreklikler diliyorum......


19 Nisan 2015 Pazar

BENİM DUYGUSAL ZAMANLARIM

                 Ruhum yaralıdır benim.....Yaralıdır çünkü,yetiştiremediğim yapamadığım ne çok şeyim var!!! Zamanım ve imkanlarım yetmedi yapmak istediklerime.İçimde bir yanardağ var.Ne okumaya,ne yazmaya,ne dikmeye,ne söylemeye,ne ne ne....,yetişebiliyorum.
                 Yetenek ve beceri karşısında hüngür hüngür ağlayan biriyim ben.Yetenek yarışması izlerken soluk soluğa kalıp,gözyaşlarına boğulan biriyim.İnsanın başarabildiklerine her defasında hayran kalıp,ruhumdan bir şeyler kaybeden ve daha fazlasını geri alan biriyim.Bir kitapçıya girdiğimde telaşlanırım örneğin,ne çok okunacak kitap var,nasıl yetiştireceğim, hepsini okumaya ömrüm yetmeyecek diye...Her gördüğüm el sanatını yapmak isterim,o yüzdendir bir oradan bir buradan yaptıklarım.Belki de yıllarca,hayatın dişlileri arasında ,günlük hayatı kotarma çabası yüzünden,birçok şeyi yapmakta eksik hissettiğimden böyleyim.Blog açmak biraz teskin etse de ruhumu,yetmiyor bana.Opera söylemek istiyorum örneğin; ruhumdaki açlığı ve fırtınayı sesimle iletmek istiyorum yeryüzündeki her canlıya.Her canlının ruhuna dokunmak istiyorum,incinmiş canlılara tekrar yaşama sevinci vermek istiyorum.Kırgın bir canlı görmek ruhumu incitiyor,parçalara ayrılıyorum.Bitki ,hayvan,insan fark etmiyor,her kırgın canla ben de kırılıyorum.Belki de sanata karşı hissettiğim duygular bu yüzdendir,çünkü sanat ruhu onarıyor,besliyor.Bilimsel bir şey bu,sanat karşısında endojen endorfinler dediğimiz mutluluk hormonları salgılıyoruz.Tıpkı serotonin konusunda anlattığım gibi.
                   Yaratıcının yarattığı her canlıya karşı neden bu kadar sevgili ve bağışlayıcı olduğunu çok rahat anlayabiliyorum.Güzel bir eseri ortaya koyduğunuzda hissettiklerinizi bir düşünün.Çocuğunuzla nasıl gurur duyduğunuzu,açan çiçeğinize nasıl aşık olduğunuzu,diktiğiniz elbiseyi saatlerce nasıl seyrettiğinizi düşünün.Belki de,yaradılışımızın temeli budur; yeni bir şeyler yaratmak.Elbette ki biz, yoktan var etme yetisine sahip değiliz ama var olanlarla yeni bir şey yaratmaktır belki de görevimiz.Belki de bu yüzden yarım kalmış ve mutsuz hissederiz kendimizi.
                    Yıllarca depresif rahatsızlıkları olan hastalarımı sanata yönlendirdim.Beni dinleyip bir şeyler yapanlar arasında iyileşme görmediğim hastam olmadı hiç.Belki de bilmeden ruhlarındaki eksiği tamir etmelerini sağladım.Ve şimdi kendimi onarmalıyım,yapmak isteyip yapamadıklarıma ulaşmaya çalışmalıyım.Piyano çalmalıyım örneğin,parmaklarım benden habersiz gezmeli tuşların üzerinde...Haaa,denemedim sanmayın,iki ay kursa gitmişliğim var ama ne yazık ki o zamanlar kendime ayıracak vaktim olmadığı için bırakmak zorunda kalmıştım.
                    Kaç kitap projesi var kafamda,onları da hayata geçirmeliyim,yoksa gözüm açık gideceğim.Bir çoğu kafamda yazılmış ve hatta düzeltmeleri bile yapılmış durumda.Dediğim gibi nasıl yetiştireceğim bu kadar işi???
                    Sadece kendim yaptığımda değil,birileri bir şeyler yaptığında da mutlu oluyorum ben.Herkes her şeyi başarsın,herkes mutlu olsun istiyorum.Başka canlıların mutluluğuyla da besleniyorum.Belki de o yüzden her işe,herkese maydanoz oluyorum.Paylaştığım her yazımı,aslında ,bakın ben yapabiliyorum,siz de yapabilirsiniz demek için yazıyorum.Yaratılışta bize verilen zeka,güzellik,yetenek gibi şeylerin övünme konusu yapılamayacağını düşünüyorum.Zaten size bağışlanmış hazır bir şeyle övünemezsiniz.Ancak ,kendiniz bir şeyler başardığınızda da övünmek hakkınızdır.
                    Madem yapacak çok şeyim var,kalkıp hazırdakilere başlayayım bari.Bol yaratıcı emekli günler diliyorum hepinize.....

KİTAP ÖNERİLERİM

                        Manolya'nın etkinliği devam ederken,bana göre o listeye eklenmesi gereken kitapları da ben paylaşayım dedim.
         1.Turgut Özakman-Şu Çılgın Türkler üçlemesi
         2.Hıfsı Topuz- Tavcan
         3.Vedat Türkali-Kayıp Romanlar
         4.Firuzan-47'liler
         5.Sebahattin Ali-Kürk mantolu Madonna
         6.Orhan Kemal-Murtaza
         7.Yaşar Kemal-Bir Ada Hikayesi
         8.Zülfü Livaneli-Son Ada
         9.Kemal Tahir-Karılar Koğuşu
       10.Yakup Kadri Karaosmanoğlu-Yaban
                         Bunlar sadece örnek,yukarıdaki yazarların tüm kitapları çok değerli ve sizi ciddi olarak düşünmeye ve aydınlanmaya sevk edecek kitaplar.Elbette ki daha yığınla öneri yapabilirim ama yukarıdaki on kitap,kim olduğumuzu,nereden nereye geldiğimizi,ne olup olamayacağımızı çok net biçimde ortaya koyan kitaplar.Bu on kitabı okuduğunuzda,ülkemizin ve insanımızın genel bir panoromasını görürsünüz.Neyin neden olduğu konusunda ciddi olarak aydınlanırsınız.Yaşar Kemal'in İnce Memed'i diğer listede olduğu için buradaki listeye yazmadım ama mutlaka okunması gerekir.
                         Elbette ki sadece bu kitaplar okunacak diye bir şey olamaz.Arada nefes almak için hafif kitaplar da okunmalı.Hatta sizi zorlayan,bitmek bilmeyen,elinizde sarkan bir kitap okurken,aynı zamanda eğlenceli bir şeyler de okursanız,sizi zorlayan kitabı daha rahat okuyabilirsiniz.Ben bazen üç dört kitabı aynı anda okurum.Bunu nasıl yaptığıma şaşıranlara da derim ki,zor bir şey değil,herkes rahatlıkla yapabilir,siz aynı anda birkaç diziyi takip edebiliyorsunuz değil mi? Bu da aynı şey işte dediğimde mantıklı bulurlar.Zaten de öyledir.Kitap okumak öyle abartılacak bir durum değildir.Ne yazık ki ülkemizde ,kitap okuyana çok acayip bir şey başarıyormuş gibi bakarlar.Yahu, ilkokul birinci sınıfta öğreniyoruz hepimiz okumayı!! Sen de kullan bu yeteneğini değil mi ama?Ben hep derim ki,anlasan da anlamasan da okumaya devam et,bir süre sonra farkında olmadan anlamaya başlayacaksın,sen anlamadığını düşünürken,beyninin algılama merkezi analize başlamış oluyor çoktan.Bizde tümden gelim değil tüme varım yöntemiyle öğrenme şekli kemikleşmiş olduğundan,okuyucu,okuduğu her kelimeyi anlamaya çalışır.Tıpkı yeni ehliyet almış sürücü gibi,tek tek hamleler kafada hesaplanır.Nasıl ki sürüşte deneyim kazandıkça hareketleriniz otomatikleşir,okuma da öyledir işte.Okudukça anlama ve algılama beceriniz artar.Hızlı okuma kurslarında yapılmaya çalışılan da budur aslında ama o kursa gidip de hızlı okuyabilen görmedim henüz.Çünkü hızlı okuma da tıpkı araba sürmek gibi deneyim ve bol miktarda pratik yapmak ister.Ben çok hızlı okuyan bir okurum,kursta öğretilmeye çalışılan cümleyi ya da paragrafı tek bakışta algılama becerisi bende var,eşim hızlı okuma kursuna giderken bana nasıl yaptığımı sorup dururdu.Bilmiyorum nasıl yaptığımı derdim,sadece 6 yaşımdan beri soluksuz okuyorum....Etrafınızdaki kitap kurtlarına sorun,onlar da aynı beceriye sahiptirler ve benimle aşağı yukarı aynı şeyleri söyleyeceklerdir.
                         Velhasıl-ı kelam,ne istiyorsanız onu okuyun,polisiya,aşk,macera,bilim-kurgu ya da klasikler.....Yeter ki okuyun.